Kendini bidi bileli, gittiği okulların en çalışkanı o olmuştu. Her sene sınıf birincisiydi. Matematikten, fenden en yüksek notları o alırdı. Üniversite sınavında da kimseyi şaşırtmamış, en iyi okullardan birinin mühendislik bölümüne girmişti. Gerçi içine kapanıktı, fazla arkadaşı yoktu. Sosyal ortamlarda sıkılır, bazen en yakınındakilerle bile ilişkisini sürdürmede zorlanırdı.  Hoş ne önemi vardı ki tüm bunların? Başarılı bir öğrencilik hayatı, en iyi okullardan alınan dereceler, üstüne bir de yüksek lisans…. Tüm bunlardan sonra, iş yaşamında da başarı garantiydi. Yoksa… değil miydi?

O, hala mesleğine başladığı yerde sayarken, burun kıvararak baktığı, hatta içten içe küçümsediği arkadaşlarından bazıları çoktan kariyer basamaklarını tırmanmıştı bile.  Bu insanların çoğunu sosyallikleri ile tanıyordu. Kimi okuldaki kulüplerden birinin başkanıydı, kimi basketbol takımında oynuyordu. ‘Bir yerde hata yaptım’ dedi kendi kendine… Evet, ortada ters giden bir şey olduğu kesindi. Peki ama neydi bu?

Zaman ne kadar modernleşirse modernleşsin, bazı kavramların tanımını genişletmek ya da değitirmek hala çok zor. Süregelen anlayışların yerine yenisini koymak, insanlığın en  zor sınavlarından biri belki de. İşte, farklı anlam kazandırılmaya çalışılan bu kavramlardan biri de zeka. İlk “zeka testi” nin Fransız okul sistemi için Sorbonne psikoloji laboratuarı yöneticisi Alfred Binet ve çalışma arkadaşı Theodore Simon tarafından hazırlandığı ve Paris’teki okul çocuklarına uygulandığı günlerden beri ‘zeka’ ölçümlemesi en ilgi çekici konulardan biri olmuştur. Zamanla çeşitlenen ve gelişen zeka testleri sonucu sayısal puanlar elde edilmeye başlanmış ve IQ (intelligence quotient) kavramı iyice yaşamımıza yerleşmiştir.

                IQ ile ölçülen zeka gözümüzde belirleyici bir öneme sahiptir. IQ’su yüksek birinin ilerde ünlü bir bilim insanı olması neredeyse kaçınılmazdır  çoğumuz için. Eğer çocuğumuzun ileri zekalı olduğunu öğrenirsek, gireceği o çok ünlü üniversitenin de hayalini çoktan kurmaya başlarız! Aslında pek çok açıdan yüksek IQ başarının da anahtarı gibidir. Ama tek başına yeterli midir? Çok zeki olduğu halde toplum ilişkilerini yönetemeyen, meslek yaşamında arzu ettiği başarıyı yakalayamayan insanlar nerede hata yapıyorlar? Ebeveyn olarak gıpta ile baktığımız ve kendi çocuğumuza örnek gösterip kıyasladığımız sınıfın en çalışkan çocuğunun, yarının en ünlü girişimcisi olacağı gerçekten garanti mi?

IQ’nun kendi başına başarıyı getirmediğinin anlaşılmasıyla beraber, onu destekleyecek ya da bulmacanın eksik kısmını tamamlayacak yeni bir kavram ihtiyacı da doğdu. Daha önce de belirttiğimiz gibi, geleneksel tanımlara yeni unsurlar eklemek hiç de kolay değil. İşte duygusal zeka, yani EQ kavramının da yaşamımıza girmesi sancılı ama bir o kadar da etkili oldu. Peki ama nedir bu duygusal zeka dedikleri?

Duygusal zeka en genel tanmıyla insanın kendisine veya başkalarına ait duyguları anlama, sezinleme, yönetme ve yönlendirme yetisi, kapasitesi ve becerisinin ölçümünü tanımlamaktadır. Bu zekaya sahip olanlar özbilinç, azim ve dürtülerini frenleme, başkalarının duygularını paylaşabilme gibi özelliklere sahip olurlar. Aslında hepimizin yaşamında adına yüksek EQ demesek de, duyguları yönetmede beceri sahibi insanlar vardır. Sınıfa girdiğinde otoriteye sağlayan ama öğrencilerine desteğini hep hissettiren unutamadığımız lise öğretmenimiz, ne derdimiz olursa koşarak akıl danışmaya gittiğimiz en yakın arkadaşımız, toplantıdan çıktıktan sonra verdiği ilhamla işimize daha bir sıkı sarılmamızı sağlayan müdürümüz… Tüm bu insanların ortak özellikleri duyguları tanıma, yönetme ve yönlendirebilme becerileridir.

Duygusal zeka kavramı ortaya atıldktan sonra konuya dair pek çok araştırma da yapılmıştır. Bu araştırmaların sonuçlarına göre duygusal zekanın yoksunluğu aile yaşamı, mesleki başarı, toplumsal ilişkiler gibi pek çok alanı etkileyebilmektedir. Ancak iyi haber duygusal zekanın doğuştan gelen bir özellik olmadığı. Yazdığı ‘Duygusal Zeka’ kitabı ile milyonlara bu kavramı tanıtan Daniel Goleman’a göre, insan beyninin öyle bir yapısı var ki çocuklukta alınan duygusal dersler yaşam boyu davranış tarzımızı da belirliyor. Örneğin tüm çocukluğu boyunca ‘gülmek ayıptır, erkekler ağlamaz, topluluk içinde duygular gösterilmez’ anlayışıyla büyüyen birinin, yetişkinlik yaşamında duygusal zeka bakımından çok da şanslı olacağını söylemek oldukça zor.

Tıpkı Küçük Prens’te yazdığı gibi: ‘Kişi gerçeği kalbiyle görür, esas olan gözle görülemeyendir.’

Uzman Psikolog Pınar KOPAR