Adam Smith’in 1776 yılında Milletlerin Zenginliği adlı eseri yazmasıyla modern iktisat başlamıştır. Adam Smith’in kitabını yazdığı bu tarihten John Stuart Mill’in öldüğü 1873 yılına kadar iktisadi düşüncede klasik okul egemen olmuştur (klasik okul bazı kaynaklarda 1871 yılında sonlandırılır). Aynı zamanda klasik okul modern liberalizmin de öncülüğünü üstlenir. Klasik okul Adam Smith öncülüğünde Sanayi Devrimi zamanlarında geliştiği için iktisadi değer sorununu sanayileşme içinde ele almıştır. Sanayi içindeki iş bölümü ve uzmanlaşma üretim ve dolayısıyla da refahın/değerin kökenini oluşturmaktadır. Adam Smith’in bu yaklaşımı emek değer teorisi olarak ifade edilmiş ve büyük oranda merkantilizmin külçeciliğine tepki olarak ortaya çıkmıştır (merkantilizm değerin kaynağını altın ve gümüşte bularak külçecilikte pik yapmıştır). Adam Smith’in emek değer teorisine göre iktisadi değerin gerisinde emek vardır. Emek, malların değerini belirleyen yegane ölçüttür. Daha sonra Adam Smith’in bu emek değer teorisi David Ricardo ile detaylandırılmış ve sadece üretilen refah için değerlendirilmemiştir. Ricardo, emek değer teorisini sanayiyle üretilen refahın sınıflar arasındaki bölüşümünü açıklamak üzere kullanmıştır. Ricardo’nun bu çabası ücretlerin tunç yasası teorisini ortaya çıkarmıştır. Ricardo, bu çabalarını matematiksel bir dille/yöntemle ifade etmeye başlamıştır. Bu nedenle iktisattaki matematikleşmenin yani formalizmin kökenleri Ricardo’yla başlatılır. Adam Smith ve Ricardo ile temelleri atılan emek değer teorisi, en olgun biçimini Karl Marx’ta bulmuştur. Marx, değerin yegâne kaynağının emek olduğunu belirtmekle kalmamış aynı zamanda bütün insanlık tarihinin bir emek mücadelesinden ibaret olduğunu dile getirmiştir. Böylece klasiklerden farklı olarak emeğin tarihsel ve toplumsal yönlerine vurgu yaparak onları eleştirmiştir.
Klasik okul yaklaşık yüz yıllık bir evrede etkili olmuştur. 1871 yılında birbirinden bağımsız yazan üç isimle klasik okul yerini neoklasik okula bırakmıştır. Söz konusu üç yazar, Carl Menger, Stanley Jevons ve Leon Walras birbirlerinden bağımsız bir şekilde marjinal analiz yöntemiyle değer sorununa yaklaşmışlardır. Her üç isme göre de değerin kaynağı emek değil, faydadır. Bir malın piyasadaki değerini belirleyen ölçüt ona harcanan emek miktarı değil, o maldan elde edilen fayda miktarıdır. Kadim bir sorun olan elmas-su paradoksunu açıklayan etkili bir teori olarak marjinal analiz ya da fayda değer teorisi, aynı zamanda klasik okulun savunduğu emek değer teorisini zayıflatmış ve zamanının egemen iktisat teorisi olmuştur (bu nedenle iktisadi düşünce tarihinde bu isimlerin çabalarına “marjinal devrim” denir). Bu teori yöntemsel olarak matematiksel araçları kullanmayı tercih etmiştir. Ancak hem klasik hem de neoklasik okul ekonomiye arz cephesinden bakmışlar ve geniş anlamda aynı ideolojik yaklaşımı benimsemişlerdir. Bu yaklaşım da birey merkezli modern liberalizmdir.
1929 Büyük Bunalım sonrası klasik ve neoklasik okul, krizi açıklamakta ciddi şekilde zorlanmışlardır. Kriz sonrası John Maynard Keynes, ekonomiye talep cephesinden bakılması gerektiğini vurgulayarak yeni bir atılım gerçekleştirmiş ve Keynes’in düşüncesi egemen teori olmaya doğru gitmiştir. Ardından İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyada egemen olmasına bağlı olarak ekonominin çekim merkezi İngiltere’den ABD’ye taşınmıştır. Hem 1929 Bunalımı hem de İkinci Dünya Savaşı esnasında kullanılan matematiksel analiz araçları Keynes’in düşüncesiyle birleşince ekonomide formalizm denen aşırı matematikleşme görünmüştür. Bu matematikleşmenin kökleri ise Ricardo ve neoklasik okulda bulunmaktadır. Kısacası Ricardo ile başlayan neoklasik okulla yaygınlaşan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası yerleşen matematiksel analiz ekonomiyi gerçeklerden uzaklaşan, sosyal ama teknik bir bilime doğru götürmüştür. Formel anlamda işe yarayan ama pratik hayata yansıması sıfırlanan ekonomi bilimi, gündelik hayattaki iktisadi sorunları çözmekte zorlanarak varoluşsal bir krize girmiştir. İktisadi kriz dönemleri de bu varoluşsal sarsıntılarını daha da açığa çıkarmıştır. Bu nedenle mevcut ekonomi bilimi dışında bir ekonomi tasavvuruna ihtiyaç duyulmaktadır. İslam iktisadı ve finansının imkânları da bu noktada büyük bir önemle öne çıkmaktadır.
02.04.2020
Adem Levent
İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümünde doktora eğitimini tamamladıktan sonra bir müddet Muş Alparslan Üniversitesinde görev yapmıştır. Halen Bursa Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır. İslam iktisadı ve finansı, iktisadi düşünce tarihi, iktisat felsefesi ve kurumsal iktisat alanlarında çalışmalarına devam etmektedir. Levent’in ilgili alanlarda birçok akademik çalışması mevcuttur.