20. yüzyılın ikinci yarısı sosyal, siyasal ve ekonomik olmak üzere birçok gelişmeye tanık olmuştur. Batı Avrupa ve Amerika’yı içine alan Batılı toplumlar için Keynesyen iktisat adı verilen ve kendi kendini düzenleyen “piyasa merkezli” yaklaşımın aksine ekonomide devlet müdahalesini savunan toplam talep yönelimli iktisadi dünya görüşü egemen olmuştur. Bir krizle başlayan ve yine bir krizle son bulan Keynesyen iktisadın 1930’lu yıllardan 1970’li yıllara, dünya genelinde ekonomi ve siyasette etkisi görünmüştür. Keynesyen iktisat, 1970’lerdeki kriz sonrası çözülürken yerini, klasik liberalizmin yeni şartlara uyarlanmakta zorlanmayan ve onun bir tür devamcısı olan parasalcılığa (monetarizme) bırakmıştır. Klasik liberalizmin yeni döneme uyarlanmış hali olan parasalcılık, kendini yeni kavramlar, kurumlar ve izah biçimleri ile ifade etmeye başlamıştır. Bu kavramlardan biri de yönetişimdir.

Yönetişim kavramının anlaşılması için yönetim kavramıyla birlikte ele alınması gerekmektedir. Yönetim, kamu düzenini ve gereksinimlerini sağlamada ulus devlet düzeyinde işlevsel olan formel ve kurumsal süreçleri anlatırken; yönetişim, bu yönetim pratiğindeki kaymayı, değişimi, yeni yöntemleri, yeni süreçleri ve yeni aktörleri vurgulamak için tercih edilen bir kavramdır. Yönetişim kavramının net ve üzerinde uzlaşılan bir tanımını bulmak güçtür. Temel aldığı görüş, esas olarak “yönetebilirlik krizi”dir. Bu görüş, bir siyasal birliğin hem kendi içindeki hem de kendi dışındaki yapılarla ve kurumlarla ilişki kurma tarzına göndermede bulunmuştur. Bu bağlamda, küreselleşmenin de etkisiyle “yönetebilirlik krizi”, devletin, “devlet-ekonomi” ilişkisi çerçevesinde hem ülke içindeki yapıların hem de ulus üstü örgütler ile olan ilişkide uluslararası yapıların artık “yönetemediği” kabulüne dayanmaktadır.

Hükümet etme anlamındaki yönetim (government) kavramı, hiyerarşik (dikey) nitelikteki bürokratik yapıya dayalı yönetim anlayışını ön plana çıkarmaktadır. Yönetişim (governance) kavramı ise yönetim sürecinde rol oynayan bağımsız sosyal aktörler ve örgütler (sivil toplum kuruluşları, özel sektör) arasındaki etkileşimi/işbirliğini, resmi sıfatı bulunmayan kişi, grup ve kuruluşların etkin bir şekilde yönetim faaliyetlerine katılımını ifade eden “heterarşik” (yatay) bir yönetim anlayışına dayanmaktadır. Dolayısıyla yönetişim, yönetim kavramının hiyerarşik niteliğinin aksine heterarşik niteliğiyle öne çıkmaktadır.

Yönetişim kavramı bir yandan 1970 sonrası bu dönemde ortaya çıktığı için liberalizmin yeni bir “sömürü” aracı şeklinde görülerek eleştirilirken diğer yandan yöneten-yönetilen, özel-kamusal ve devlet-piyasa dikotomilerine “sivil ve demokratik” bir anlayış getirdiği düşünülerek yaygınlaşıp disiplinler arası bir kullanımla neredeyse sosyal bilimlerin tüm alanlarına yayılmıştır. Eleştiri ve beğeni sarkacındaki yönetişim kavramının 20. yüzyıl politik ekonomi tarihi açısından önemi ise zaman ilerledikçe kavramın oluşturduğu aura ve anlam havzasının genişlemesiyle birlikte görülmüştür. Söz konusu 1970 sonrası dönem aynı zamanda, kapitalizmin yönetişiminin yükselişle birlikte yeni kurumsal iktisat adı verilen akımın yükselmesine de tanıklık etmiştir. “Orijinal/eski” kurumsal iktisadın aksine “sosyolojik” vurgusu daha az olan ve neoklasik iktisada fazla mesafe koy(a)mayan, onun yapıcı eleştirisini sunan yeni kurumsal iktisat; kurum, “sınırlı” rasyonalite, sözleşmeler, işlem maliyetleri ve mülkiyet hakları gibi kavramlarla öne çıkmıştır. Yönetişim ile yeni kurumsal iktisat arasında entelektüel bir ilişki mevcuttur. Yönetişim kavramının kuramsal artalanında yeni kurumsal iktisat düşüncesi vardır.

Yeni kurumsal iktisat olarak tanınan ve 1970’lerde hızla örgütlenmeye başlayan bu akım, işletmeyi de bir kurum olarak ele alıp, bunu iktisadi analiz yöntemleriyle incelemekle işe başlayıp, ardından işletme dışı toplumsal ve siyasal ilişkileri, hatta tarihsel gelişmeyi de aynı kavramlarla incelemeye girişmiştir. Bu akımın önde gelen iktisatçısı Oliver Williamson, ilk olarak “işletme yönetişimi” ve “yönetişim yapıları” kavramlarıyla, işletme içi yönetim politikalarını ele almaya başlamıştır. Amaç, iki yönetim biçimi olan hiyerarşi ve sözleşme arasında, yönetim için en verimli olanın nasıl seçildiğini ve hayata geçirildiğini tespit etmektir. Bundan sonra işletmede kontrol, şirket sahibinden yöneticilere geçmektedir. Bu bağlamda, yönetişim, iktisadın içine bir tür politiğin girmesi demektir. Ama iktisat disiplinine dâhil olan bu politika, kapitalizmi analizinin merkezine almayan sınırlı bir politikadır. Bir başka deyişle bu durum kapitalizmle uyumlu bir politiğin iktisatla bütünleşmesidir.

Özellikle, Oliver Williamson işletme yönetimi kavramını; işletmenin iç politikasını, yani işletme bileşik bir bütünse iç protokollerini, sözleşmeleri, geçici ortaklıkları, norm kullanımlarını, kısacası her iki düzlemde de etkili eşgüdümler sağlayabilmek için kullanılacak araçların tümünü belirtmek üzere kullanılmıştır. Bu durum, siyasetin, “iktisadî emperyalizm” veya “metodolojik emperyalizm” terimleriyle yeniden yorumlandığı metafordur. Kurumsal iktisatçılar, işletmenin içinde ve dışında iktidar ilişkilerinin farklı verimlilik mekanizmalarıyla ilgilenmektedirler. Daha sonraki süreçte, fordizmden post-fordizme, post-fordizmden modern “ağ halinde iktisat”a geçişte temel olacaktır. Bu ilk aşamada, yönetişimin, insanların kâr amacına yönelik idare edilmesi olarak tanımlanan siyasetin metaforudur.

Modern işletme içindeki yönetim tartışmalarının yönetişim kavramını etkilediği söylenebilir. İşletme yönetiminde kontrolün hissedardan yöneticiye geçmesi, karar alma mekanizmalarında bir gerilim doğurmuştur. Bu gerilim işletme içi görev tanımlarında iki kategorinin oluşmasına neden olmuştur. Bunlardan birincisi, yasal yükümlülüktür (the duty of care). Yasal yükümlülük, işletme faaliyetlerinde yöneticilerin görevlerinin yasal zeminini oluşturmaktadır. İkincisi ise, vefa borcudur (the duty of loyalty). Vefa borcu, yöneticiler ile hissedarlar arasındaki çıkar çatışmasını göstermektedir. Hissedar ve yönetici düzeyinde görülen bu anlaşmazlık, işletme içi karar alma mekanizmalarının gözden geçirilmesini zorunlu kılmıştır. Örneğin, işletmenin yeni alanlarda yatırım yapmasına işletme hissedarları mı yoksa işletme yöneticileri mi karar vermektedir? İşletme içindeki bu iki kategorinin sonucunda oluşan yeni karar alma süreçleri, işletme yönetişimi kavramını ortaya çıkarmıştır.

Kısacası, yönetişim ve kurumlar (yeni kurumsal iktisat) üzerine yapılan araştırmalar göz önüne alındığında yönetişim daha çok sonuç için kullanılırken kurum terimi bu sonuçları doğuran sebepler için kullanılmaktadır. Bu bakımdan yönetişim ve kurum kavramlarını birbirinden ayırmanın çok da kolay olmadığı söylenebilir.

İslam iktisadı ve finansı açısından yönetişim kavramının ne ölçüde önem arz ettiği yukarıdaki bilgilere bakılarak izah edilebilir. İşletmelerin veya firmaların faaliyetlerinin kapsamının, yönetilmesinin ve yatırımlarının yönetişim kavramı bağlamında anlaşılması önem arz etmektedir. İslami finans uygulamalarının yürütüldüğü kuruluşları birer işletme veya kurum olarak ele almak mümkünse bunların yönetim süreçleri yönetişim kavramının kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Karar alma süreçlerine o karardan etkilenen herkesin dâhil edilmesi anlamında kullanılan yönetişim, bir nevi faizsiz finansın yaygınlaşması için faizsiz yaşam pratikleri sergileyen Müslüman hassasiyetinin hesaba katılmasını ifade eder. İslami finans süreçlerine Müslümanların katılması faizsiz finans pratiklerinin yaygınlaşması için mühimdir.

Yönetişim kavramının anlaşılması için yönetim kavramıyla birlikte ele alınması gerekmektedir. Yönetim, kamu düzenini ve gereksinimlerini sağlamada ulus devlet düzeyinde işlevsel olan formel ve kurumsal süreçleri anlatırken; yönetişim, bu yönetim pratiğindeki kaymayı, değişimi, yeni yöntemleri, yeni süreçleri ve yeni aktörleri vurgulamak için tercih edilen bir kavramdır. Yönetişim kavramının net ve üzerinde uzlaşılan bir tanımını bulmak güçtür. Temel aldığı görüş, esas olarak “yönetebilirlik krizi”dir. Bu görüş, bir siyasal birliğin hem kendi içindeki hem de kendi dışındaki yapılarla ve kurumlarla ilişki kurma tarzına göndermede bulunmuştur. Bu bağlamda, küreselleşmenin de etkisiyle “yönetebilirlik krizi”, devletin, “devlet-ekonomi” ilişkisi çerçevesinde hem ülke içindeki yapıların hem de ulus üstü örgütler ile olan ilişkide uluslararası yapıların artık “yönetemediği” kabulüne dayanmaktadır.

Hükümet etme anlamındaki yönetim (government) kavramı, hiyerarşik (dikey) nitelikteki bürokratik yapıya dayalı yönetim anlayışını ön plana çıkarmaktadır. Yönetişim (governance) kavramı ise yönetim sürecinde rol oynayan bağımsız sosyal aktörler ve örgütler (sivil toplum kuruluşları, özel sektör) arasındaki etkileşimi/işbirliğini, resmi sıfatı bulunmayan kişi, grup ve kuruluşların etkin bir şekilde yönetim faaliyetlerine katılımını ifade eden “heterarşik” (yatay) bir yönetim anlayışına dayanmaktadır. Dolayısıyla yönetişim, yönetim kavramının hiyerarşik niteliğinin aksine heterarşik niteliğiyle öne çıkmaktadır.

Yönetişim kavramı bir yandan 1970 sonrası bu dönemde ortaya çıktığı için liberalizmin yeni bir “sömürü” aracı şeklinde görülerek eleştirilirken diğer yandan yöneten-yönetilen, özel-kamusal ve devlet-piyasa dikotomilerine “sivil ve demokratik” bir anlayış getirdiği düşünülerek yaygınlaşıp disiplinler arası bir kullanımla neredeyse sosyal bilimlerin tüm alanlarına yayılmıştır. Eleştiri ve beğeni sarkacındaki yönetişim kavramının 20. yüzyıl politik ekonomi tarihi açısından önemi ise zaman ilerledikçe kavramın oluşturduğu aura ve anlam havzasının genişlemesiyle birlikte görülmüştür. Söz konusu 1970 sonrası dönem aynı zamanda, kapitalizmin yönetişiminin yükselişle birlikte yeni kurumsal iktisat adı verilen akımın yükselmesine de tanıklık etmiştir. “Orijinal/eski” kurumsal iktisadın aksine “sosyolojik” vurgusu daha az olan ve neoklasik iktisada fazla mesafe koy(a)mayan, onun yapıcı eleştirisini sunan yeni kurumsal iktisat; kurum, “sınırlı” rasyonalite, sözleşmeler, işlem maliyetleri ve mülkiyet hakları gibi kavramlarla öne çıkmıştır. Yönetişim ile yeni kurumsal iktisat arasında entelektüel bir ilişki mevcuttur. Yönetişim kavramının kuramsal artalanında yeni kurumsal iktisat düşüncesi vardır.

Yeni kurumsal iktisat olarak tanınan ve 1970’lerde hızla örgütlenmeye başlayan bu akım, işletmeyi de bir kurum olarak ele alıp, bunu iktisadi analiz yöntemleriyle incelemekle işe başlayıp, ardından işletme dışı toplumsal ve siyasal ilişkileri, hatta tarihsel gelişmeyi de aynı kavramlarla incelemeye girişmiştir. Bu akımın önde gelen iktisatçısı Oliver Williamson, ilk olarak “işletme yönetişimi” ve “yönetişim yapıları” kavramlarıyla, işletme içi yönetim politikalarını ele almaya başlamıştır. Amaç, iki yönetim biçimi olan hiyerarşi ve sözleşme arasında, yönetim için en verimli olanın nasıl seçildiğini ve hayata geçirildiğini tespit etmektir. Bundan sonra işletmede kontrol, şirket sahibinden yöneticilere geçmektedir. Bu bağlamda, yönetişim, iktisadın içine bir tür politiğin girmesi demektir. Ama iktisat disiplinine dâhil olan bu politika, kapitalizmi analizinin merkezine almayan sınırlı bir politikadır. Bir başka deyişle bu durum kapitalizmle uyumlu bir politiğin iktisatla bütünleşmesidir.

Özellikle, Oliver Williamson işletme yönetimi kavramını; işletmenin iç politikasını, yani işletme bileşik bir bütünse iç protokollerini, sözleşmeleri, geçici ortaklıkları, norm kullanımlarını, kısacası her iki düzlemde de etkili eşgüdümler sağlayabilmek için kullanılacak araçların tümünü belirtmek üzere kullanılmıştır. Bu durum, siyasetin, “iktisadî emperyalizm” veya “metodolojik emperyalizm” terimleriyle yeniden yorumlandığı metafordur. Kurumsal iktisatçılar, işletmenin içinde ve dışında iktidar ilişkilerinin farklı verimlilik mekanizmalarıyla ilgilenmektedirler. Daha sonraki süreçte, fordizmden post-fordizme, post-fordizmden modern “ağ halinde iktisat”a geçişte temel olacaktır. Bu ilk aşamada, yönetişimin, insanların kâr amacına yönelik idare edilmesi olarak tanımlanan siyasetin metaforudur.

Modern işletme içindeki yönetim tartışmalarının yönetişim kavramını etkilediği söylenebilir. İşletme yönetiminde kontrolün hissedardan yöneticiye geçmesi, karar alma mekanizmalarında bir gerilim doğurmuştur. Bu gerilim işletme içi görev tanımlarında iki kategorinin oluşmasına neden olmuştur. Bunlardan birincisi, yasal yükümlülüktür (the duty of care). Yasal yükümlülük, işletme faaliyetlerinde yöneticilerin görevlerinin yasal zeminini oluşturmaktadır. İkincisi ise, vefa borcudur (the duty of loyalty). Vefa borcu, yöneticiler ile hissedarlar arasındaki çıkar çatışmasını göstermektedir. Hissedar ve yönetici düzeyinde görülen bu anlaşmazlık, işletme içi karar alma mekanizmalarının gözden geçirilmesini zorunlu kılmıştır. Örneğin, işletmenin yeni alanlarda yatırım yapmasına işletme hissedarları mı yoksa işletme yöneticileri mi karar vermektedir? İşletme içindeki bu iki kategorinin sonucunda oluşan yeni karar alma süreçleri, işletme yönetişimi kavramını ortaya çıkarmıştır.

Kısacası, yönetişim ve kurumlar (yeni kurumsal iktisat) üzerine yapılan araştırmalar göz önüne alındığında yönetişim daha çok sonuç için kullanılırken kurum terimi bu sonuçları doğuran sebepler için kullanılmaktadır. Bu bakımdan yönetişim ve kurum kavramlarını birbirinden ayırmanın çok da kolay olmadığı söylenebilir.

İslam iktisadı ve finansı açısından yönetişim kavramının ne ölçüde önem arz ettiği yukarıdaki bilgilere bakılarak izah edilebilir. İşletmelerin veya firmaların faaliyetlerinin kapsamının, yönetilmesinin ve yatırımlarının yönetişim kavramı bağlamında anlaşılması önem arz etmektedir. İslami finans uygulamalarının yürütüldüğü kuruluşları birer işletme veya kurum olarak ele almak mümkünse bunların yönetim süreçleri yönetişim kavramının kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Karar alma süreçlerine o karardan etkilenen herkesin dâhil edilmesi anlamında kullanılan yönetişim, bir nevi faizsiz finansın yaygınlaşması için faizsiz yaşam pratikleri sergileyen Müslüman hassasiyetinin hesaba katılmasını ifade eder. İslami finans süreçlerine Müslümanların katılması faizsiz finans pratiklerinin yaygınlaşması için mühimdir.

30.12.2020

Adem Levent

İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümünde doktora eğitimini tamamladıktan sonra bir müddet Muş Alparslan Üniversitesinde görev yapmıştır. Halen Bursa Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır. İslam iktisadı ve finansı, iktisadi düşünce tarihi, iktisat felsefesi ve kurumsal iktisat alanlarında çalışmalarına devam etmektedir. Levent’in ilgili alanlarda birçok akademik çalışması mevcuttur.