Covid-19 salgınını yaşadığımız bugünlerde en önemli tartışmaların başında iktisadın mahiyeti, iktisat politikaları ve iktisadi sistemler gelmektedir. Nasıl bir iktisadi sistem veya iktisat politikası tercih etmeliyiz ki salgından en az hasarla kurtulalım? Ya da mevcut iktisadi sistem ve mevcut iktisat politikaları salgın döneminde yaşanan iktisadi durgunluğa çözüm olacak mı? Salgın gibi küre ölçekli krizlerde iktisadi anlayışımızı nasıl gözden geçirmeliyiz? Daha insan odaklı ve daha az tüketimi hedefleyen bir iktisadi sistem mümkün mü? Şüphesiz soruları çoğaltabiliriz. Zaten mart ayından bu yana bu tür sorular sorulmakta ve ciddi anlamda iktisadın mahiyeti/doğası tartışılmaktadır. Söz konusu tartışmaların alevlendiği ve iktisadi sistemlerle/modellerle ilişkilendirildiği bu zaman diliminde, İslam iktisadının salgınla beraber yaşanan küresel krize çözüm getirebileceği de belirtildi. İslam iktisadının tüketim odaklı olmaması, kanaate dayanması, eşitliği ve moraliteyi hedefleyen yönleriyle güçlü bir alternatif olduğu aşikârdır. Pekiyi İslam iktisadı nasıl bir iktisadi sistemdir? Bu soruya cevap vermeden evvel iktisadi sistemleri incelemek gerekir.

İktisadi sistemler sadece para ve maliye politikaları ile ilgili değildir. İktisadi sistem; iktisadi doktrin, iktisadi düşünce, iktisat teorisi, iktisat politikası ve toplumsal etkileşim, devletin ekonomideki yeri, bireylerin iktisadi tercihleri gibi bütüncül unsurlarla tanımlanmaktadır. İktisadi sistemler; iktisadi dünya görüşü, iktisat teorisi ve iktisat politikalarının birleşimini ifade etmektedir. Başka bir deyişle iktisadi sistem, dar anlamda sadece fiyat sistemi olarak düşünülürken geniş anlamda iktisadi yazın ve öğretiyi içine alan sosyokültürel ve tarihsel referanslarla da anılmaktadır. Bu bakımdan iktisadi sistem(ler), karmaşık bir kavramdır. İktisadi sistemler söz konusu olduğunda hem devletin benimsediği iktisat politikaları hem de bireylerin iktisadi dünya görüşleri ile bağlantılı iktisat okulları akla gelmektedir. Örneğin, Marksist, liberal ve tarihsel iktisat okulları gibi. Ayrıca iktisadi sistem, öncelikle, “sosyalizm” ve “kapitalizm” gibi mülkiyet içerikli terimleri çağrıştırmaktadır. Fakat mülkiyet, iktisadi sistemin sadece bir yönüdür. İktisadi sistem, sosyal sistemin bir yönünü oluşturmaktadır. İktisadi sistemin gelişimi, milli kültür, tarih ve coğrafyadan etkilenen sosyal sistemle ilgilidir. Bu yönüyle iktisadi sistem bir kurumlar setini ifade etmektedir. İktisadi sistem, hem mülkiyet biçimini hem kaynak dağılımını hem de piyasa ve devlet ilişkilerini içererek sosyal sistemin önemli bir kısmını oluşturmaktadır.

Günümüzde iktisadi sistem deyince başta liberalizm/kapitalizm ve sosyalizm/Marksizm anlaşılmaktadır. İktisadi liberalizm, Adam Smith tarafından temelleri atılan, marjinalist devrimce gözden geçirilen, Alfred Marshall, Irving Fisher ve Avusturya okulu tarafından önemli ölçüde geliştirilen kapitalist doğal özgürlük sistemidir. İktisadi liberalizm, klasik iktisadi düşünce ile başlayan bir sistemdir. Genel olarak iktisadi liberalizmin birbiriyle bağlantılı dört temel unsuru vardır. Bunlar; bireycilik, özgürlük, kendiliğinden doğan düzen ve piyasa ekonomisi ile hukukun hâkimiyeti ve sınırlı devlettir. Liberalizm bireyci sistemdir. İktisadi liberalizmdeki birey rasyoneldir. Bireylerin rasyonalitesi, onları homo economicus olmaya zorlamaktadır. Homo economicus olarak birey, tercihini kendisi için ekonomik yarar sağlayacak alternatiflerden yana kullanmaktadır. İktisadi liberalizme göre mülkiyet özgürlüğü çok önemlidir. Özel mülkiyet özgürlüğü, özgürlüğün olmazsa olmaz şartıdır. Liberal düşünce içerisinde piyasa ekonomisi, piyasa düzeni, piyasa sistemi ve kapitalizm aynı anlama gelmektedir. Piyasa ekonomisi, üretim araçlarının özel mülkiyeti altında emeğin iş bölümünün toplumsal sistemidir. İktisadi liberalizmin önemli özelliklerinden biri de hukukun hâkimiyeti ve sınırlı devlettir. Liberalizmde genel olarak otoriteye ve özel olarak da devlete şüphe ile bakılmaktadır. Liberalizm için hukukla sınırlandırılmış devlet, insan özgürlüğüne uygundur.

Marksist iktisat ise, her şeyden önce bir karşı çıkış sistemidir. Marksist iktisada eleştirel iktisat da denebilir. Karşı çıktığı iktisadi anlayış ise klasik iktisat anlayışı yani kapitalizmdir. Marksist iktisat, klasik iktisadı kapitalizmin bilimi olarak görmektedir. Marksist iktisat birbiriyle bağlantılı bir takım özelliklere sahiptir. Bunlar; emek değer teorisi, tarihsel materyalizm, sınıf çatışması ve kamusal mülkiyettir (toplumculuktur). Bu özelliklerin başında emek değer teorisi gelmektedir. Emek değer teorisi, kâr oranını ve fiyatları belirlemektedir. Değerin kaynağının emek olması, bu sistemin en önemli özelliklerinden biridir ve sistemin diğer özellikleri bu özelliğe bağlıdır. Emek değer teorisinin özü artı değer teorisidir. Artı değer, Marksist iktisadı belirlemektedir. Artı değer aynı zamanda kapitalizmin hareket yasalarını göstermektedir. Artı değerin kaynağı, işçilerin belli bir dönemde üretmeyi başardıkları malların değeri ile üretim işlemi için kapitaliste sattıkları emek gücünün değeri arasındaki farktır. Marksist iktisadın bir diğer özelliği diyalektik materyalizmdir. Karl Marx, diyalektik materyalizmi Georg Hegel, Ludwig Feuerbach ve Alman felsefesinin etkisiyle geliştirmiştir. Marx, Hegel felsefesinin tarih ve ilerleme teorisinden etkilenmiştir. Hegel’e göre tarih, toplum biliminin anahtarıdır. Tarih sadece olayların sıralanışını değil, aynı zamanda karşıt güçlerin gelişimini gösterir. Tarihte bir olay vuku bulur, ardından ona karşı bir tepki gelişir ve bu iki gücün mücadelesi sonucunda üçüncü bir ara güç oluşur. Bu teoriye tez, antitez ve sentez şeklinde özetlenen tarihsel diyalektik denir. Bu diyalektiğe göre emek ve sermaye arasında uzlaşmaz bir çelişki mevcuttur. Sermaye birikmiş emektir. Aynı zamanda sermaye, işçinin ürettiklerinin elinden alınması, kendi emeğinin bir başkasının mülkiyeti şeklinde karşısına çıkması ve varoluşu ile etkinliğinin araçlarının kapitalistin ellerinde toplanmasıdır. Bu nedenle emek ve sermaye arasında yani emeği temsil eden işçi ve sermayeyi temsil eden kapitalist arasında uzlaşmaz bir çelişki vardır. Marksist iktisadın tarihsel materyalizmle doğrudan ilintili olan bu özelliği, sınıf çatışmasıdır. Marksist iktisat temel olarak makroekonomik ilişkilerle ve özellikle de kapitalistler ile işçiler arasındaki gelir dağılımıyla ilgilenmektedir. Gelir dağılımında adaletin sağlanması için topluma bireyden daha fazla önem atfetmiştir. Çünkü artı değeri üreten emeğin toplumsal yönüdür, yani işçilerdir. Bundan dolayı özel mülkiyete karşı çıkarak adaletli bir gelir bölüşümü için kamusal mülkiyeti benimsemiştir.

Söz konusu bu iki iktisadi sistemin 20. yüzyıldaki tecrübeleri, sosyolojik olarak oldukça kötü sonuçlar vermiştir. İktisadi liberalizm yani kapitalizm, egemen sistem olarak dünyanın birçok yerinde tecrübe edilmiş ancak birçok iktisadi ve toplumsal krize neden olmuştur. Yaratılan yüksek iktisadi refaha rağmen dünya ölçeğinde yoksulluk sorununu çözememiş ve aksine iktisadi gelir eşitsizliğini daha da perçinlemiştir. Öte yandan yaratılan iktisadi refah giderek reelden finansala doğru kaymıştır. Bir israf düzeni içinde tüketim kültürü oluşturulmuştur. Yani üretimin dışında kredi-borç ilişkileriyle finansal şişkinlik oluşturulmuş ve çoğu insan gelirinden daha fazla miktarda borçlandırılmıştır. Bu durum da borçlu insanların yaşam koşullarını olumsuz etkileyecek işlerde devamlı çalışmasını zorunlu kılmıştır. Bu bir özgürlük kaybıdır. En azından çalışma özgürlüğünün yok olması ve kötü yaşam koşullarına teslimiyettir. Üretmeden tüketimin oluşması veya yaratılan sahte tüketim modlarının karşılanması sonucunda ortaya çıkan finansal balondur. Başka bir deyişle liberalizm veya kapitalizm vadettiği özgürlüğü sadece sınırlı bir kesime (zenginlere) sunmuştur.  Bu özgürlüğün dışında kalan diğer kesimler, sahte ihtiyaçlarını karşılamak adına oligarşik kesimin özgürlüğü için adeta köleliğe katlanmak durumunda bırakılmışlardır. Diğer taraftan Marksist iktisadi sistemin tecrübesi ise liberalizmden daha da vahim sonuçlar doğurmuştur. Genel anlamda bu sistemde özel mülkiyetin yasaklanmasının yanında din ve vicdan hürriyeti de yok sayılmıştır. İnsanlar tek tipleşmeye zorlanmış ve buna direnler sürgünlere ve toplu ölümlere mahkûm edilmiştir. İktisadi eşitlik adına yapılanlar yöneticiler arasında kapitalist sistemde olduğu gibi oligarşik bir zenginler sınıfı doğurmuştur. Açlık ve kıtlıklar, sistemin doğal bileşenleri haline gelmiştir. Kısacası ne kapitalizm ne de Marksizm/sosyalizm insanlığın iktisadi ve sosyal sorunlarına çözüm olmuşlardır. Özellikle 20. yüzyılda insanlara bu iki sistem arasında bir tercih yapılması zorunluluğu getirilmiştir. Bir nevi, insanlara “Ölümü gösterip sıtmaya razı olmak” seçeneği sunulmuştur. Bu seçenek, Marksizm/sosyalizmin açlık ve özgürlük yoksunluğuna karşı kapitalizmin “özgürlüğünün” bir kurtuluş yolu olmasıdır.

Fakat bu iki sistemin dışında 20. yüzyılın ortalarında İslam iktisadı olarak bilinen bir çalışmalar bütünü ortaya çıkmıştır. Bu çalışmaların amacı, Kur’an ve İslami geleneğe uygun bir iktisadi sistem/düzen sunmaktır. Söz konusu iktisadi düzeni savunanlara göre, İslam iktisadı, sosyalizm ve kapitalizm gibi iki iktisadi sistemin zaaflarından muaf olmakla birlikte bu iki sistemin güçlü yanlarını (eşitlik ve özgürlüğü) bünyesinde taşımaktadır. Söz konusu iktisadi eşitliği ve mülkiyet özgürlüğünü sağlayacak İslam iktisadının ayırt edici özellikleri; faiz yasağına sahip olması, bir gelir dağılımı sistemi olarak zekâtı savunması ve iktisadi kararların İslami bir ahlaki süzgeçten geçirilme zorunluluğudur. Faiz yasağı, tefeciliği ve haksız kazancı önlerken; zekât, gelir dağılımında adaleti oluşturmayı ve yoksulluğu azaltmayı hedeflemektedir. İktisadi kararların İslam ahlak süzgecinden geçirilme zorunluluğu ise; “İyiliği emredip kötülüğü yasaklamakta”, israftan, savurganlıktan ve gösterişten uzaklaşmayı emretmekte, cömertliği teşvik etmekte, bireyleri çalışmaya sevk etmekte, fiyatların adil oluşmasını sağlamakta ve başkalarının hakkını yememeyi öğütlemektedir. Görüldüğü üzere İslam iktisat sistemi sadece iktisattan müteşekkil değildir. Toplumsal ilişkiler içinde bir iktisat tasavvuruna sahiptir. Hem iktisadi ve toplumsal ilişkilere hem de düzen ve adalet arayışına dayanır. Bu yönüyle İslam iktisadı perspektifi, sadece Müslüman toplumlar için değil; aynı zamanda yeryüzünde yaşayan tüm insanlar için ideal bir çalışma ve toplum tasarımı sunmaktadır. Dünyanın adil bir söze ihtiyacı vardır. Hiç şüphesiz bu söz, İslam iktisadı çalışmalarıyla işitilecektir. Ancak yol uzun, derman kısıtlıdır. Bu uzun ve meşakkatli yolda yürümeyi göze alanlar İslam iktisadı yardımıyla insanlığa bir adalet getirebilirler.  

21.09.2020

Adem Levent

İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümünde doktora eğitimini tamamladıktan sonra bir müddet Muş Alparslan Üniversitesinde görev yapmıştır. Halen Bursa Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır. İslam iktisadı ve finansı, iktisadi düşünce tarihi, iktisat felsefesi ve kurumsal iktisat alanlarında çalışmalarına devam etmektedir. Levent’in ilgili alanlarda birçok akademik çalışması mevcuttur.