Yaşamımızı kuşatan ve gündelik ilişkilerimize kadar etki eden bir sistem olarak kapitalizm ile modern iktisat bilimi arasında irtibat kurmamız günümüz küresel dünyayı anlamak için önem arz eder. Zira günümüz dünyası, kapitalizm ve iktisat bilimi arasındaki ilişki ve bu ilişkinin küre sathına yayılması neticesinde şekillenmiştir. Bu ilişkinin es geçilmesi, modern dünyanın anlaşılamamasına neden olur. Bunun aksine ilişkinin anlaşılması ise, dünyanın büyüsünün bozulmasını sağlayabilir. Pekiyi bu büyü nasıl çözülecektir? İşe kapitalizmi anlamayla koyulup iktisatla devam etmeliyiz. Bu minvalde soru(lar) önümüzde tüm çıplaklığıyla durmaktadır: Kapitalizm nedir? Ve iktisat bilimi nasıl gelişmiştir?

Kapitalizm her şeyden önce tarihsel ve toplumsal bir sistemdir. Kapitalizmin köklerini, işleyişini ya da yürürlükteki perspektiflerini anlamak için var olan gerçekliğine bakmamız gerekir. Bu gerçekliği soyut önermelerle açıklayabiliriz. Ancak buna gerek yoktur. Kapitalizmin pratikte fiilen nasıl olduğunu ve bir sistem olarak nasıl işlediğini açıklamalıyız. Kapitalizm kapital sözcüğünden türemiştir. Kapital kelimesi de kaputtan türemiştir. Kaput baş demektir (aracın ön kısmı). Kapital de sermaye demektir. Yani kapitalizmde sermaye her şeyin başıdır. Bu nedenle sermayenin kapitalizmde kilit bir öğe olduğunu kabul etmek yerinde olacaktır. Sermaye nedir? Marksist jargona göre sermaye birikmiş emektir, birikmiş zenginliktir. Bu durumda kapitalizm, zenginlik veya zenginleşme değildir. Hiç şüphesiz zenginleri ve zenginleşmeyi içermektedir. Ancak kapitalizmde esas olan mal biriktirme sevdasıdır. Örneğin, tüccar veya iş adamı iki kişi düşünelim: A ve B kişileri. A kişisi bir yılda 100 bin TL kazanıyor ancak çok hayırsever biri olduğu için gündelik masraflarından sonra bu kazandığının büyük bir kısmını hayır işlerinde kullanıyor ve sermayesini büyütme derdinde değildir. Kazandığına kanaat ediyor. B kişisi ise yılda 50 bin TL kazanıyor ve kazandığını bir sonraki hedefleri için kullanma peşine düşüyor. Sermayesini büyütmenin derdindedir. Bu durumda daha zengin olan ve daha fazla kazanan A, B’ye göre kapitalist değildir. Çünkü malını dağıtmakta ve büyütme iştiyakı içinde olmamaktadır. B ise, bunun tam tersi yönde hareket etmektedir. Sermayesini büyütme isteğiyle yanıp tutuşmaktadır. Arzusu bu yöndedir ve bunun için her türlü yola başvurmaktan çekinmemektedir. Bu durumda B kişisi kapitalisttir. Yapmaya çalıştıkları da kapitalist sistemin işleyişini az çok anlatmaktadır.

Kapitalizm adındaki tarihsel ve toplumsal sistemin ayırt edici özelliği, bu tarihsel sistemde sermayenin çok özel bir yolla kullanıma girmesidir. Bu kullanımda başlıca amaç ya da niyet, sermayenin kendini büyütmesidir. Sistemde, geçmiş birikimler yalnızca daha fazla sermaye biriktirmek için kullanıldığı ölçüde sermayedir. Dolayısıyla her zenginlik kapitalizm anlamına gelmemektedir. Veya her zengin otomatikman kapitalist olmamaktadır. Zenginlik özü itibariyle kötücül değildir.

Kapitalist sistemde amaç her şeyin metalaşması ve sermayeye hizmet etmesidir. Bu nedenle tarihsel kapitalizmde insanlar homo economicus (iktisadi insan) olarak yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Yani kendi kişisel çıkarı peşinde koşan insan tasavvuru kabul edilmekte ve bu insan, kendi kişisel çıkarını takip ettiği müddetçe rasyonel sayılmaktadır. Çünkü insan ancak bu şekilde sermayesini büyütebilmektedir. Bu noktada homo economicus tarafından yürütülen iktisadi faaliyetlerin insanın ihtiyaçları için değil, sermayenin kesintisiz büyümesi için örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Ancak bunu sürdürmek için yeni öğretilere gerek vardır ve modern iktisat bilimi, yeni bir öğreti olarak böyle doğmuştur. Modern iktisat bilimi, sermayenin kesintisiz büyüme gereğini karşılamak üzere ortaya çıkmış entelektüel bir projedir. Kapitalist büyüme projesinin meşrulaştırıcı teorik araçlarını üretmektedir. Günümüzde sanıldığının aksine iktisat bilimi nötr bir aygıt değildir. Bazı teknik özelliklerinin bilinmesinin ardından zenginleşme üretecek teorik bilgiler yığınını içermemektedir. Genel kanının aksine bu bilim dalı, kapitalizm denen tarihsel ve toplumsal sistemin ürünüdür. Adam Smith’in modern iktisadın kurucusu olarak kabul edilmesinin nedeni de budur. Çünkü Smith, sanayi kapitalizminin şafağında yaşamış ve sanayi kapitalizmiyle gelen sermaye artışını analiz etmeye çalışmıştır. Sermaye artışını da modern sanayi örgütlenmesindeki iş bölümü ile açıklamıştır. Emeğin üretici özelliğini doğal özgürlük sistemiyle birlikte analiz etmiştir. Ona göre milletlerin zenginliğinin kökeni budur. Hem yaratıcı emek hem de bu yaratıcı emeğin gelişimini sağlayan özgürlükçü ortam ve bu iki faktörün de Sanayi Devrimi’nde bir araya gelmesi, bazı ülkelerin neden diğer ülkelerden daha zengin olmasını açıklamaktadır. Yaptığı bu teorik açılım, onu modern iktisadın kurucu babalığı pozisyonuna taşımıştır.  

Bu nedenle iktisadi faaliyet, kültür ve politikadan, onları kuşatan değerlerden ve onlara mevcut konumlarını veren imkân ve sınırlamalardan tecrit edilemez. Salt iktisadi faaliyet olarak gördüğümüz gelişmeler, sermayenin büyüme iştiyakını tetikleyen düşüncelerden beri değildir. Nasıl ki iktisadi düşünce tarihinde merkantilizm, ulus devletlerin ortaya çıktığı ve ticari kapitalizm döneminde görüldüyse, yani herhangi bir şekilde nötr bir bilimsel gelişme olarak ortaya çıkmadıysa, modern iktisat bilimi de Sanayi Devrimi sırasında ve onun yarattığı zenginleşmenin meşrulaştırıcısı bir konumda ortaya çıkmıştır. Ancak zaman içinde kapitalizmin tüm yerküreye yayılmasının ardından iktisat bilimi de evrensel ilkeler ve varsayımlarla hareket eden bir nitelik kazanmıştır. Hatta modern iktisat biliminin İkinci Dünya Savaşı sonrası tecrübesi, diğer sosyal bilimlerden izole olmuş ve doğa bilimlerine en yakın sosyal bilim olarak tezahür etmiştir. Bunun böyle gelişmesinin ardında yatan en önemli neden, sermayenin kesintisiz büyüme isteğini, nesnel ve evrensel bilimsel gerekçelerle örtmesidir. Böylece tarihsel kapitalizmle modern iktisat bilimi işbirliğiyle hareket etmişlerdir. Sıkı bir ittifak içinde kapitalizmle modern iktisat bilimi dünyayı baştanbaşa kuşatan iki projedir. Bu nedenle modern iktisat biliminden kuşku duymamız kaçınılmazdır. Nesnel, evrensel ve gerçekçi bilimsel olgulardan bahsettiği zaman ona yönelik kuşkularımızın daha da artması gerekmektedir. Çünkü bu iddialar, ardında sermayenin ve sermayedarın sürekli büyüme isteklerini tetikleyecek gizil bir amaç taşımaktadır.

Modern iktisat biliminin gelişimi, kapitalizmi daha da sağlamlaştıracak ve yaygınlaştıracak teorik araçları üretmiştir. Ancak hem modern iktisat biliminin hem de kapitalizmin olgun bir formda gelişmesi, dünya ölçeğinde yoksulluğu azaltmamış, iktisadi adaleti sağlayamamış ve dünyadaki hemen hemen bütün insanların asgari yaşam ihtiyaçlarını karşılayacak mal ve hizmetleri üretememiştir. Hatta ileri kapitalist ülkelerde maddi koşulları yerinde olan insanlara manevi bir doyumsuzluk hissi vermiş ve bir anlam arayışı ihtiyacı bırakmıştır. Bu bağlamda Müslüman düşünürler modern iktisat bilimi ve kapitalizm arasındaki bu sıkı işbirliğini fark edip söz konusu işbirliğinin ürettiği adaletsiz küresel dünyaya yeni bir öğretiyle meydan okumuşlardır. Bu yeni öğretinin adı İslam iktisadıdır. İslam iktisadı veya İslami iktisat, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bu vasatta ortaya çıkmıştır. Amacı, kapitalizm ve onun işbirlikçisi pozisyonundaki modern iktisat bilimi dışında, yeni bir doktrin ortaya koymaktır. Bu doktrin, moral ilkelere dayanan, eşitlikçi bir paylaşım güden, faizsiz ticari ilişkileri esas alan ve sermayenin kesintisiz büyümesini hedeflemeyen alternatif bir öğretiyi içermektedir. Özelde Müslümanların genelde de tüm dünyanın İslam iktisadının amaçladığı bu ilkelere ihtiyacı vardır. Çünkü modern iktisat bilimi de kapitalizm de krizdedir. Kriz, yapısal ve düşünseldir. Yapısaldır çünkü kapitalizmin sürekli büyüme yapısına dayanmaktadır. Düşünseldir çünkü kapitalizmin geri planındaki modern iktisat biliminden kaynaklanmaktadır. Bu kriz ancak İslam iktisadının ilkeleriyle aşılabilir ve dünya daha adaletli bir düzene kavuşabilir. Ancak ne genel anlamıyla Müslümanlar ne de İslam iktisadını fiiliyata geçirenler bunun farkındadır. İslam iktisadı, onu uygulamaya çalışan Müslümanların tahayyül ettiğinden daha büyük bir tekliftir. Dünyaya adil bir nizam vermeye çalışan bir düşüncedir. Teklifin yüceliği de içerdiği bu adil düşünceden gelmektedir.

Not: Bu yazı oluşturulurken Immanuel Wallerstein’in Tarihsel Kapitalizm adlı kitabıyla Mustafa Özel’in İktisadi Düşüncenin Laikleşmesi adlı makalesinden yararlanılmıştır.